Kişilerin özel hayatı Anayasa kapsamında korunan ve kendisine ait bir mahremiyete sahip olan aile hayatı ve özel alanıdır. Anayasamızın 20. maddesi özel hayatın gizliliği açısından temel hükmü çizmiş ve herkesin özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı olduğunu hükme bağlamıştır. Bunun ötesinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesi de aynı doğrultuda bir hüküm ihdas etmektedir. İşte 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 134. maddesinde hükme bağlanan özel hayatın gizliliğinin ihlali suçu temelini bu Anayasa maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi maddesinden almaktadır. Özel hayatın tanımıyla alakalı gerek anayasada gerekse kanunda bir bilgiye yer verilmemiştir. Kanun koyucu bunun pratikte bir karşılık bulması amacı taşımaktadır. Özel hayatı kişinin hem aile hayatı hem de hayatının gizli yani mahrem alanı olarak tanımlayabiliriz. Bu minvalde kişinin aile hayatının veya kendine özel mahrem alanının gizliliğini ihlal eden kişi Türk Ceza Kanunu‘nun 134. maddesine göre cezalandırılacaktır.
Özel hayatın sınırlarının kişinin kim olduğuna göre de değişebileceği yargı içtihatları ile kabul edilmiştir. Örneğin topluma mal olmuş bir sanatçının yahut siyasetçinin özel hayatının sınırları biraz daha dar tutulmuştur. Bu husus Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da kabul edilmektedir. AİHM sanatçıların, siyasetçilerin ve devlet adamlarının özel hayatlarının sınırlarının sade insanlara göre daha dar tutulması gerektiğini kabul etmektedir.
Özel Hayatın Gizliliğinin İhlali Suçunun Cezası
Özel hayatın gizliliğini ihlal eden kişiye verilecek cezayı kanun 1 yıldan 3 yıla olarak belirlemiştir. Kişini kastının ağırlığına ve suçun mağdurda yarattığı ağırlığa göre asliye ceza mahkemesi hakimi sanık hakkında verilecek cezayı 1 yıl ile 3 yıl arasında belirleyecektir.
Suçun Nitelikli Halleri
Özel hayatın gizliliğinin ihlali suçuna 2 farklı nitelikli hal öngörülmüştür. Nitelikli hal suçun basit halinden daha ağır cezayı gerektiren türüdür. Kanunumuz özel hayatın gizliliğinin ihlalini basit hal saymış, bu ihlalin kaydedilmesini n cezasını arttırmış bu kaydın ifşa edilmesini ise yine basit halden yüksek bir cezaya tabii tutmuştur. Burada bir kişinin başka bir kişiye ait evi rıza olmadan izlemesi suçun basit halini yanı 1 yıldan 3 yıla kadar cezalandırılmasını gerektirecek kısmını oluşturur. Evdeki mahremiyetinin ses veya görüntü kaydına alınması halinde 2 yıl ile 6 yıl arasında bir ceza verilir. Bu kayıtların ifşa edilmesi yani paylaşılması halinde ise 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası verileceğini hükme bağlamıştır.
Türk Ceza Kanunu’nun 137. maddesi ayrı bir nitelik halin daha varlığını hükme bağlamıştır. Buna göre kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse kamu görevlisi olup görevinin sağladığı kolaylıktan faydalanarak bu suçu işlemişse veya belirli bir meslek sahibi olup bu mesleğin sağladığı kolaylıktan faydalanarak bu suçu işlemişse verilecek ceza yarı oranında arttırılmaktadır. Bu nitelikli hal suç için öngörülen 3 ayrı fiil için de geçerlidir.
Yargıtay Kararları
“Ses kayıtlarındaki görüşmelerin yüz yüze değil, telefon aracılığıyla gerçekleşmesinden dolayı iddianamede kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçu olarak nitelendirilen eylemlerin, iddianame anlatımı gözetilerek, TCK’nın 132. maddesindeki haberleşmenin gizliliğini ihlal ve aynı Kanun’un 134. maddesindeki özel hayatın gizliliğini ihlal suçları kapsamında değerlendirilebileceği; ancak, katılana ait ses kayıtlarını, üçüncü kişi ya da kişilerle paylaştığı ve/veya çoğaltarak dağıttığına ilişkin hakkında bir iddia ileri sürülmeyen sanığın, kaybolma olasılığı bulunan delillerin muhafazasını sağlayıp, boşanma davasına sunarak, aile içi geçimsizliğin kaynağının katılanın olumsuz tutum ve davranışları olduğunu ispatlama amacını taşıyan eylemlerinde, hukuka aykırı hareket ettiği bilinciyle davranmadığı gerekçelerine dayalı olarak, sanık hakkında beraat hükmü kurulmasına ilişkin yerel mahkemenin kararında dosya kapsamına göre bir isabetsizlik görülmemiştir.” (Yargıtay 12.Ceza Dairesi, 2019/ 995 E., 2020 / 1113 K., 05.02.2020 tarih)
“Özel hayat; kişinin sadece gözlerden uzakta, başkalarıyla paylaşmadığı, kapalı kapılar ardında, dört duvar arasındaki yaşantısı ve mahremiyetinden ibaret değil, herkesin bilmediği veya bilmemesi gereken, istenildiğinde başka kişilere açıklanabilen, tamamen kişiye özel hayat olayları ve bilgilerin tamamını içerir. Bu nedenle, kamuya açık alanda bulunulması, bu alandaki her görüntü veya sesin dinlenilmesine, izlenilmesine, kaydedilmesine, sürekli ve izinsiz olarak elde bulundurulmasına rıza gösterildiği anlamına gelmez. Kamuya açık alanda bulunulduğunda dahi, “kalabalığın içinde dikkat çekmezlik, tanınmazlık, bilinmezlik” prensibi geçerli olup, kamuya açık alandaki kişinin, gün içerisinde yapıkları, gittiği yerler, kiminle niçin, nasıl, nerede ve ne zaman görüştüğü gibi hususları tespit etmek amacıyla sürekli denetim ve gözetim altına alınması sonucu elde edilmiş bilgileri ya da onun başkalarınca görülmesi ve bilinmesini istemeyeceği, özel yaşam alanına girdiğinde şüphe bulunmayan faaliyetleri özel hayat kavramı kapsamına dahildir; ancak, süreklilik içermeyen ve özel yaşam alanına dahil olmayan olay ve bilgiler ise bu kapsamda değerlendirilemez. Sonuç olarak, bir olay ya da bilginin, özel hayat kapsamına girip girmediği belirlenirken, kişinin toplum içindeki konumu, mesleği, görevi, kamuoyu tarafından tanınıp tanınmadığı, dışa yansıyan davranışları, rıza ve öngörüleri, içinde bulunduğu fiziki çevrenin özellikleri, sosyal ilişkileri, müdahalenin derecesi gibi ölçütler göz önüne alınmalıdır.” (Yargıtay 12.Ceza Dairesi, 2019/ 4369 E., 2019 / 8633 K., 11.09.2019 tarih)